Yayınlanan tüm araştırmaların ortak iki özelliği var. Birincisi, Ak Parti az veya çok oy kaybediyor. İkincisi de henüz Ak Parti’nin yerine iktidara geliyor denen bir alternatif parti yok. Ak Parti’nin çekirdek oyunda farklı araştırmalara göre farklı oranlarda da olsa bir çözülme başlangıcı görülüyor.
Bu genel gözlem, ülke siyasetindeki siyasi rekabet eksikliğini de gösteriyor ama asıl benim ilgimi çeken, Ak Parti çekirdek oyundaki çözülmenin karakteri, nedeni, devam edip etmeyeceği gibi sorular. Ya da asıl soru, bu çözülmenin kalıcı ve temelden bir çözülme mi yoksa güncel bir hoşnutsuzluk belirtisi mi olduğu. Oy oranı ve 2011’deki yüzde 50’den geri gidişin kaç puan olduğundan daha çok, bu eğilimin sosyolojik ve siyasi hangi değişimi ima ettiği daha kayda değer bir soru bence. Gözlenen eğilim daha diplerde bir dalgayı, hareketlenmeyi mi ima ediyor, yoksa yüzeyde bir kıpırdanmayı mı? Seçim kampanyası ve gelen 45 gün geri dönüşü sağlar mı? Son dört yılın yaşananları dikkate alındığında, Ak Parti’nin hala önüne geçebilen, hatta yakalayabilen bir parti olmaması da üzerinde düşünülmesi gereken bir başka soru. Bu sorular çok daha kapsamlı çalışmaları, analizleri ve yorumlamaları hak ediyor elbette. Günlük bir köşe yazısı içinde benim üstünde durmak istediğim, bir bakıma siyasal İslam’ın da doğal tabanı olan dindar muhafazakârlardaki ya da mütedeyyin kesimlerdeki bazı zihniyet kırılmalarına dair belirtiler.
Ak Parti iktidarının 2002-2008 dönemindeki icraatlarıyla kazanılan özgüveni sorgulamaya çeviren olaylar yaşandı son dört yılda. Bunların kimisi doğrudan Ak Parti eylem ve söylemlerinden, kimisi de gündelik hayatın içindeki veya küresel dinamiklerdeki gelişmelerden kaynaklanıyor.
12 yıllık Ak Parti iktidar sürecinin tümüne bakıldığında şöyle bir şematik ayrım mümkün galiba. Başarılı olunan ilk dönem ve Ak Parti’nin iç koalisyonunun en büyük ortağı olan siyasal İslamcıların ve mütedeyyin kesimlerin özgüven patlaması. İkinci dönem bu tabanın, partinin politikalarıyla Ak Partici yapılmaya, dönüştürülmeye çalışılması dönemi. Üçüncü dönem tabanın Erdoğancılığa dönüştürülmeye çalışılması dönemi. Siyasal İslamcılar belki radikalleşmedi ama radikal Ak Particiliğe ve sonra da radikal Erdoğancılığa dönüştürülmeye çalışıldı. (Bu cümledeki “radikal” kelimeleri yerine “ölümüne” kelimelerini kullanmak daha da doğru olurdu belki de.)
Bu dönemleri tarihlemek gerekirse 2002-2010, 2010-17 Aralık 2013 ve 17 Aralık’tan bugüne şeklinde de ayırabiliriz sanırım.
Ama taban yukarıdan planlanan ve yürütülen bu süreçlere aynı hız ve biçimde tepki vermedi. Oy vermeye hatta artarak oy vermeye devam etti ama bu yeni kimlik inşasına katılım aynı hızda yürümedi.
İktidar gücünün kullanımındaki hoyratlık başlangıçta kabul gördü ve makul bulundu belki. Ama partizanlığın boyutu artıkça, kaynak, olanak ve ihale dağıtımında keyfilik arttıkça “sonradan Ak Partililer” çoğaldı. Önceleri makine nizamında ve bir dava için çalışan Ak Parti örgütünün ruhu zedelenmeye başladı. Giderek makine aksamaya başladı.
Tabanı etkileyen bir başka dinamik de gündelik hayatın içinden geldi. Gündelik hayatın ritmindeki değişimi tetikleyen yapısal değişimlerin yanı sıra, göç ve metropolleşmeye bağlı olarak başka şeyler de değişiyordu bir yandan. Metropolleşmeye bağlı olarak, karışık, karmaşık ve belirsizlik esaslı gündelik hayat içinde sürdürülemeyen gelenekler çözülmeye başladı. Çözülen geleneklerin yerini de dini referanslar almaya başladı, tüm dünyada da gözlendiği gibi. Ama yaşanan bu metropol dindarlaşmasının ne denli inanç kuvvetlenmesi, ne denli de lümpenleşme olduğu yeterince tartışılmadı. Cep telefonlarından aynı anda on bin kişiye atılan “Hayırlı Cuma” mesajlarının, kocaman şirket veya şahıs afişleriyle süslenmiş iftar çadırlarının, şatafatlı iftar sofralarının, üstü ayet yazılı pastaların ve hele Kabe maketi kurmaların lümpenleşme mi yoksa dindarlaşma mı olduğu tartışılmadı ama sade dindar vatandaşların bu gördüklerinin ne anlama geldiğini sorgulamaya başladıkları açık.
Asıl tetikleyici ise 17 Aralık sonrası ortaya çıktı. Birincisi yolsuzluk görüntü ve belirtileri, ikincisi cemaatle-hükümet arasındaki ölümüne kavga, Siyasal İslamcılar için davanın ve temsilcilerinin, mütedeyyinler için iktidarın sorgulanmasını tetikledi. Davanın içindekiler de, sade mütedeyyin vatandaş da günah korkusunun ne yolsuzluğa ne de çeteleşmeye engel olmadığını gördü. Ulvi vatandaşa hizmet söyleminin kişisel ikbal ve ihtirasları örtmeye yetmediği görüldü. Hem iktidar makamlarındakilerin hem de cemaatin İslam’a hizmet enerjisinin aktığı yerin ne denli kişisel ikbal, siyasal ve maddi çıkarlar olduğu gizlenemez oldu. Ve muhtemelen siyasi güç kavgasının özünün her yerde, her dönemde, her aktörde olduğu kadar, belki de fazlasıyla davanın kadrolarında da var olduğu anlaşıldı.
Muhtemelen bir başka sorgulama tetikleyicisi IŞİD oldu. IŞİD’in yaptıkları dışımızdaki dünyanın saçmalıkları olarak değil, her an sokağımızda, bitişik evde yaşanan, evimize de sıçrayabilir yangın gibi hissedildi. Hele gündelik hayatın içinde IŞİD’in kutsal bir davayı sürdürdüğüne inanan kabaca 2 milyon sempatizanla burun buruna yaşanan hayat belki de davanın ne olduğunu da sorgulamayı tetikledi.
Sorgulamalar başladı ama geçen yılın iki seçiminde de 21 milyonu aşkın vatandaş yine de oyunu verdi. Başarılı olunan şeyleri takdir ederek, vefasını da göstererek, bir bakıma da yeni kredi açarak yine Ak Parti’ye, Erdoğan’a oyunu verdi dindarlar, mütedeyyinler. Ama seçtiklerinin son altı aydaki zorlamaları, her birisi başlı başına hukuk dışılık ve keyfilik belirtisi söz ve eylemleri, hele “biz ve onlar” söyleminin geldiği doz ve ton sorgulamaları da rahatsızlıkları da belirgin biçimde artırıyor.
Tabandaki bu sorgulama ya Ak Parti’yi değişime zorlayan olumlu enerjiye dönüşecek ya da Ak Parti’yi mahkûm edecek. Sorgulama ya değişimi tetikleyecek ya da aktörün devre dışı bırakılmasını.
O nedenle 8 Haziran sabahından itibaren yaşayacaklarımızı belirleyecek önemli dinamiklerden birisi, bu seçimde Ak Parti’nin kaç puan oy alacağı kadar tabanının bu sorgulaması olacak.